İstanbul’dan yola çıkan mektuplar, Antakya’daki henüz tanışılmamış arkadaşlara ulaştı… Heyecanla ve yüksek sesle okundular…Neler taşımışlar?
Dinlenen masalların isimlerini, konularını, ama en çok da “keçi boku ” masalını taşımışlar.(Ne de olsa gerçek bir masalcının masalı, teşekkürler Judith 😉
“Siz de masalları tiyatro oyununa çevirebilirsiniz” demiş biri, Sibel öğretmenini anlatmış ötekisi. Nisa, “Hülya abla kınayı ve kına kokusunu çok sever “demiş, tesadüf bu ya (!) eli kınalı bir kıza düşmüş Nisa’nın mektubu. Birçok mektup ise benzer cümlelerle bitmiş; “Kız mısın erkek misin bilmiyorum arkadaşım ama bize öğretmenimiz Mevlana’nın bir sözünü öğretti. “Ne olursan ol gel!” Kız mısın erkek misin bilmiyorum arkadaşım ama Seni seviyorum…”
(Islak gözlerle kocaman bir teşekkür de Sibel Öğretmene)
***
Antakya’dan yola çıkan mektuplar da Urfa’nın Suruç’unda buluştu hiç tanışılmamış arkadaşlarla. Mektuptan al haberi; ” Ama Hülya Ablaa, onlara iki masal anlatmışsın. Manolyayı bize anlatmadın ne olur bize deee…” Anlattı Hülya Abla Manolyayı da. Ve tabii yeni mektuplar yazıldı, bir sonraki duraktaki arkadaşlara. Minicik eller, sıkışık zamanda kelebekler, uğur böcekleri ve kırmızı güllerle süsledi zarflarını…
***
Suruç’tan Mardin’in en güzel okuluna uçtu mektuplar, oradan Diyarbakır’a ve sonunda İstanbul’dan ilk yola çıktıkları okula gelipçemberi tamamladılar.
Gökten üç elma düştü, biri dünya tatlısı çocuklara, biri yeni yolların hayalini kuran Hülya Abla’ya biri de bu yazıyı okuyanların başına 🙂
Masal anlatırken resim yapabilir miyim dedi Ruveyda. Tabii dedim, istediğini yapmakta özgürsün.
Masal sonunda elinde resmiyle geldi. Meğer bana bir sürprizmiş.
Hani biz gözlerimizi kapatıp bir ağaç olduğumuzu hayal ediyormuşuz ya masalın başında,
işte gözleri bağlı bu kız da bana o anı hatırlatacakmış….