Rehberimiz Nawee, tam da söylediği gibi sabahın köründe geldi pikapıyla.İki günlük bir yürüyüş için anlaştık, gece de onun köyünde kalacağız. Nereye gittiğimiz hakkında hiçbir fikrimiz yok. Italyan Mauro Abi, ben ve Nawee. Önce pazara uğrayıp sizin için yemek alacağım dedi. Benim canıma minnet, o heyecanlı heyecanlı alışverişini yaparken ben de bol bol fotoğraf çektim pazarda.
Önce asfalt yol, sonra toprak, saatlerce yol gittik, ben pikapın kasasında kah geçenlere el sallayarak, kah yatıp gökyüzünü seyrederek, kah şarkı söyleyerek…
Bir köye vardık varmasına ya bu köy o köy değilmiş. Nawee’nin koyu aksanına alışana kadar baya zaman geçecek anlaşılan. Siz burada dinlenin, fotoğaraf çekin ben arabayı köye bırakıp geleceğim dedi. Pek bir şey anlamadık ve uykusuzuz. Bir aile bize evini gösterdi. Çıkıp orada uyuyun diyorlar anlaşılan. Baştan yok canım falan dediysem de Mauro abi bir köşede ben bir köşede kestirdik gitti.
Kaç saat geçti bilmiyorum, Nawee döndü, yürüyüş zamanı. Köyün çıkışında bir yerde Nawee’nin Ninesiyle karşılaştık.
Dakka bir gol bir. Nine o yoldan gitmeyin beri taraftan gidin demiş, söylediği yolu Nawee yıllardır kullanmamış ama yine de dinleyecekmiş Nineyi. Bizim için pek bir şey fark etmiyor. Akşam eve varalım da…
Sanırım birkaç saat sürdü, bir süre sonra artık sıradan bir yürüyüş olacağını çoktan kabullenmiştim bile. Olsundu, keyifliydi, her günde şaşıracak değildim ya…
Yolun sonuna gelmiştik işte, köy göründü, son durakta birkaç kadın, birkaç çocuk. Domatesleri var hem, ben bayılırım. Bol bol fotoğraf çektim, bir tane de onlar çekti, işte orada başladı hikaye.
“Şimdi onlar dünyanın en mutlu insanları” dedi Nawee. Bu iki kadın çok eski model nokia telefonlarıyla bizimle yan yana durup o fotoğrafı çektirdikten sonra.
Hayatlarında ilk kez bir yabancıyla fotoğrafları olmuş da, bugünü asla unutmayacaklarmış…
Birkaç saniye durakladım. 7-8 yaşlarındaki Hülya geldi sonra.
Kuş uçmaz kervan geçmez(di) bizim köy. Yani uçar, geçer de hep bildik kervanlar. Arkadaşım Volkan’la eve birkaç yüz metre uzaklıktaki parkta oynarken bir gün, iki Japon turist. (Evet, her çekik gözlüyü Japon ilan etme geleneğinden geliyorum ben de.)
Öyle şaşırdık ki, ağzımız bir karış açık, yaklaşmadan duramadık. Ne söyledik, ne yaptık hatırlamıyorum. Gülümsediklerini hatırlıyorum. O zamanlar bizim sokakta oynadığımız lastik toplar portakal büyüklüğünde, soluk kırmızı ve yeşil renklerde. Ceplerinden iki top çıkardılar, cevizden hallice, biri fosforlu nar çiçeği renginde, diğeri şeffaf, içinde gökkuşağı renkleri. Zıplatınca da sanki göğe varacak. O an dünyanın en güzel iki topuna sahip en şanslı iki çocuğuyduk. Sokağa döner dönmez Volkan’ın annesine anlattık.
“Teşekkür ettiniz mi? Ellerini öptünüz mü?”
Hay Allah ya, nasıl unuttuk, tabii ya eller öpülmeli. Bahçeden alel-acele leylaklar kopartıldı, koşarak parka dönüldü. Çiçekleri verdik el öpeceğiz. Ellerini biz çekiyoruz onlar çekiyor, biz çekiyoruz onlar çekiyor.
Mücadeleyi kim kazandı bilmiyorum, onlar ne hissetti bilmiyorum. O an dünyanın en mutlu çocuğuydum ben ve o anı hiç unutmadım.
Yıllar değişti, hikayenin kahramanları değişti, dünyanın iki ucunda mekanlar değişti…
İki hikaye var şimdi cebimde, ikisinde de dünyanın en mutlu insanları. Birinin sebebi lastik bir top, diğerininki eski bir cep telefonunda kırık dökük bir fotoğraf…
Var mısınız, gözlerinizi bir anlığına kapatıp, dünyanın en mutlu insanı olduğunuz anı hatırlamaya. Sizinkinin sebebi neydi?
Ben hayalimi hiç gerçekleştiremedim bu gidişlede gerçekleşmeyecek okurken yazdıklarını küçükken o elimde tuttuğum o bi kere yere vurunca üç metre havaya zıplayan topumun sıcaklığını hissettim elimde çocukluğumdan bi his daha yakaladım ve bugün mutlu hissedeceğim bi anı daha nede güzel gezmişsin geçmişsin insanların içinden baktıkça okudukça içimde hem keşke hem ne güzel duygusunu karıştırdım sonra bi kahve koydum bardağa belki bi gün bende …
Ahh Şemze… Şimdi ben de bir kahve koydum fincana, dumanı üstünde tüten tüm hayallere içiyorum…
O zaman sıradaki kahve yi yaşadığım 5 şehir değişikliğine 2 üniversiteye sayısız arkadaşa korkunç saç rengi denemelerime binden fazla hayalkırıklığıma kabuk bağlamayan yarama Bülent ortacgilin şarkılarına okuduğum kitaplara vede okuyacaklarıma ruhubohçada gezen kadına kaldırıyorum ve umarım bi gün karşılıklı bi kahvenin 40 yıl hatrını sorgularız …